Jarry ve Übü[1]
Roman, şiir, tiyatro oyunu, makale, deneme gibi edebiyatın çeşitli alanlarında kalem oynatmış, üretken bir yazar olan Alfred Jarry, 1873 yılında Laval’da dünyaya gelir. Babası Anselme Jarry tüccardır. Ailenin hali vakti yerindedir. 1879’a gelindiğinde babasının işlerinin kötü gitmesi üzerine anne Caroline Jarry iki çocuğu Alfred ve Charlotte’la birlikte Saint-Brieuc’ye taşınır. Jarry, buradaki lisede 1879-1888 yılları arasında manzum ve nesir oyunlar kaleme alır : Brigands de la Calabre (1885) , le Parapluie-Seringue du Docteur Thanaton, le Procès.
1888 yılında anne iki çocuğuyla bu kez Rennes’e yerleşir. Jarry aynı yıl Rennes lisesine kaydolur. Lisedeki fizik öğretmeni Hébert öğrencilerinin gözünde « dünya üzerinde grotesk olan her şeyi » temsil etmektedir. Öğretmen zengin bir okul edebiyatının baş kahramanı olur. Nitekim Jarry, Charles Morin adındaki bir öğrenci tarafından kaleme alınan Polonyalılar başlıklı bir metni tiyatroya uyarlar : bu Kral Übü’nün en eski versiyonudur.
Jarry 1891 yılında Paris’e gelir ve Henri-IV Lisesi’ne girer. Burada Henri Bergson hocası olacaktır. Bir yandan yazmayı ve yayın yapmayı sürdürürken bir yandan da Übü’ye nihai biçimini kazandırmakla meşguldür. Yayınları sayesinde Marcel Schwob, Mercure de France dergisinin yöneticisi Albert Vallette ve karısı Rachilde’le tanışır. 1894 yılında Vallette çiftinin evinde Kral Übü oyununu sergiler. Mercure de France ve Revue Blanche dergilerinde metinleri yayınlanır. İki yıl sonra Théâtre de l’Œuvre tiyatrosunun yöneticisi Lugné-Poe’yla tanışır ve onun yanında çalışmaya başlar. Lugné-Poe ona tiyatronun idari işlerini emanet eder. 10 Aralık 1896’da Kral Übü oyunu Théâtre de l’Œuvre’de prömiyer yapar. Oyun ortalığı karıştırır, basın veryansın eder. Bunun ardından Jarry’nin oyunları, dolayısıyla Übü serisi arka arkaya oynanır.
1894, 1898 yılları arasında bir dizi dergi çıkarır, bunların hiçbiri uzun soluklu olmaz. Aileden kalan mirası neredeyse tüketmiştir. Ama kendine bir tekne almayı ihmal etmez. Bir dönem yakın dostu ressam Gümrükçü Rousseau’nun evinde kalır. 20 Ocak 1898’de Kral Übü Paris’te Théâtre des Pantins’de en eski versiyonunda olduğu gibi kuklalarla sahnelenir. Aynı oyunun iki perdeye indirilmiş versiyonu 1901’de 4-z’arts kabaresinde oynanır. 1902’de Surmâle yayınlanır. 1903 yılında Le Canard Sauvage dergisinde yayınlanan bir dizi makale kaleme alır. Kral Übü’nün de müziklerini bestelemiş olan Claude Terrasse’ın evinde kalırken, müziklerini yine Terrasse’ın besteleyeceği Pantagruel’in librettosu üzerinde çalışır, yıl 1904’tür.
Yarattığı oyun kişisiyle (Übü) özdeşleşen Jarry yaşamında üç şeyden vazgeçmez : bisiklet, tabanca ve absent. Bu üçü uğruna saygın bir konumdan ve konforlu bir hayattan feragat eder. Bir nehir kenarındaki küçük barakasında kitaplığının önemli bir bölümünü Rabelais’nin eserleri oluşturur. Jarry 28 Mayıs 1906’da Rachilde’e şöyle yazar : « Übü Baba’nın ne karaciğerinde, ne kalbinde, ne böbreklerinde, ne de hatta idrarında bir sorun var ! O yalnızca bitkin ve onun kazanı patlamayacak fakat altı sönecek. Usulcacık duracak, yorgun bir motor gibi. » Bitkin, hasta olan ve dostlarının para yardımına rağmen alacaklıları tarafından taciz edilen Jarry Paris ve Laval arasında gidip gelmeyi sürdürür. Altı ay sonra 1 Kasım 1907’de Paris’te La Charité Hastanesi’nde menenjitten ölür.
Rabelais’nin izinden gitmiş olan Jarry’nin yapıtları ve özellikle keskin, ayrıksı mizah anlayışı insanlığın en grotesk, en kıyıcı yanını bugün için bile alışılmadık olan bir biçimde gözler önüne serer. O, « Patafizik » sözcüğünün de mucididir. « Patafizik » bir anlamda gerçeğin yapı bozumuna uğratılıp, absürdün alanında yeniden kurulmasını kuramlaştırmayı amaçlayan « düşsel çözümlerin bilimidir. » Nitekim bu bilim 1948’de kurulan Patafizik Koleji tarafından yaşatılmaya çalışılmıştır, kolej ilişkinleri arasında çağdaş sanatın farklı disiplinlerine damgasını vurmuş sanatçılar, düşünürler yer alır. Bu bağlamda Jarry’nin gerçeküstücülerin ve de çağdaş tiyatronun esin kaynaklarından biri olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Özellikle hem yazar hem yönetmen, hem sahne tasarımcısı olarak atıldığı tiyatro serüveninde dönemin tiyatro anlayışıyla sıkı bir hesaplaşmaya girer. 1880’lerden itibaren vodviller, iyi kurulu oyunlarla sınırlı kalıp soluğunu yitiren tiyatro ortamında yönetmenler, kuramcılar ve yazarlar dramatik formun yenilenmesi düşüncesi etrafında birleşirler. Farsın 1880-1910 yılları arasında yeniden keşfedilmiş olması bu süreçte önemli bir rol oynar. Özellikle de Kral Übü’nün 1896 yılındaki temsili dönemin dramaturgi anlayışı içerisine farsın nüfuz etmesi anlamında önemli bir dönüm noktası oluşturur. Übü oyunları dizisiyle Jarry, dramatik biçimin gerçekten yenilenmesi konusunda farsı bir cansuyu olarak kullanır. Farsın bu biçimde güncellenmesi yürürlükte olan yanılsamacı tiyatroyu eleştirme olanağını; tiyatroyu yeniden tiyatrolaştırarak, başka deyişle tiyatronun tiyatrosunu yaparak tiyatroya yeni bir soluk kazandırma olanağını sunar. Übü oyunları dizisinin bu doğrultuda kaleme alınmış, ama aynı zamanda gösterim metni özelliği de taşıyan bir külliyat olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Übü külliyatı, yazıldığı günden bu yana kuramcılar ya da araştırmacılar tarafından da kabul gördüğü üzere genel olarak beş evreye ya da döneme (cycle) ayrılır. Bu beş dönem içerisinde yalnızca oyun metinleri değil, Übü Baba’nın ağzından yazılmış yıllıklar ve başka düzyazı metinler de yer alır. İlk dönemde en çok bilinen Kral Übü (1896) yer alır; ikinci dönemi ise yanısıra farklı kısa çeşitlemeleri de bulunan Boynuzlu Übü oluşturur (1896); üçüncü evre ise Zincire Vurulmuş Übü’yle tamamlanır; dördüncü dönemi iki farklı versiyonu olan Übü Baba’nın Yıllıkları (1899-1901) ve beşincisini de Hedefteki Übü (1901) oyunu oluşturur ki bu sonuncusu, beş perdelik ilk oyunun iki perdeye indirilmiş halidir.
Deyim yerindeyse bu beşlemenin üçüncü ayağını oluşturan Zincire Vurulmuş Übü, ilk oyun Kral Übü’yle yapısal benzerlikler göstermesi açısından ilgi çekicidir. Zincire Vurulmuş Übü sanki ilk oyunun “kontr puanı” gibidir. Kral Übü’deki dile ya da eyleme yönelik göstergeler burada tersine çevrilmiştir. Öte yandan bozuk telaffuz, türetilmiş sözcükler, karnavalesk motifler burada da varlığını sürdürür, döngüyü ters yoldan tamamlayan bir devam oyunu niteliğindedir. Bunu dışında Zincire Vurulmuş Übü’de oyun Kral Übü’de olduğundan çok daha fazla kendine göndermede, atıfta bulunur ve bunu da Kral Übü metni üzerinden yapar. Bu katmanlama temsilin temsil olduğunu açıkça beyan ederek aslında Jarry’nin bir anlamda tiyatroya bakışını ortaya koyar. Oyunsuluğun tiyatroya gerçek gücünü nasıl kazandırabileceğine dair bir öneri olarak okunabilir. Bir oyun metninin bir başka oyun metnine doğrudan referans gösterilmesi bunu açık bir göstergesidir. Böylelikle aynı zamanda tiranlık, özgürlük, kölelik, soyluluk kavramlarının nasıl iç içe geçtiği, bu yolla bu kavramların içlerinin nasıl farklı doldurulabileceği ve sonuçta nasıl saçma olana indirgenebileceği açıkça görülür. Nitekim Jarry de yazar olarak bu konudaki düşüncesini –ki bu tiyatro için de geçerlidir- Zincire Vurulmuş Übü’de Übü Baba’nın ağzından dile getirir:
“ÜBÜ ANA- Küçük süpürge hâlâ burada mı?
ÜBÜ BABA- Onu artık çok sık kullanmıyorum. Ben kralken küçük çocukları güldürmeye yarıyordu. Şimdiyse daha çok tecrübemiz var ve görüyoruz ki, küçük çocukları güldüren şeyin, büyük insanları korkutma tehlikesi var.”
Şehsuvar Aktaş-Ayşe Selen, 2010
[1] Bu yazının tamamı ve oyun metni Zincire Vurulmuş Übü başlıklı kitapta yer almaktadır. Mitos Boyut Yayınları, Tiyatro Oyun Dizisi 370, Şubat 2010